Sanki herkes yüzyıllardır cep telefonunun icat edilmesini bekliyormuş gibiydi. Bu aygıta bu denli ciddi bir tutkuyla bağlanılmasının nedeni ne olabilir ki?
Cep telefonu 21. yüzyılı müjdeleyen harikalardan biriydi. Elime ilk alışımda yeni bir çağa adım atıldığını anlamıştım. İlk ortaya çıktığında gerekliliğine ilişkin olumlu ve olumsuz çok çeşitli tepkiler verilmişti ama bir kere edinen bir daha bu aygıttan kopamadı, hatta kopmayı düşünmek bile istemedi.
90’lı yılların ortasını gözümün önüne getiriyorum, elektronik mağazalarının vitrinleri cep telefonu çeşitleriyle nasıl da donanmıştı birden. Hiç kimse böyle bir aracın eksikliğinden yakınmazdı, Alexander Graham Bell tarafından 1876 yılında icat edilmiş olan kablolu telefon uzaklık tanımaksızın insanların birbiriyle haberleşmesini sağlıyordu aslında. Buna karşın kullanıma sunulduğunda en temel ihtiyaçlardan biriymişcesine dört elle sarılıverdi insanoğlu bu yeni buluşa. Sanki herkes yüzyıllardır cep telefonunun icat edilmesini bekliyormuş gibiydi. Bu aygıta bu denli ciddi bir tutkuyla bağlanılmasının nedeni ne olabilir ki?
Düşünmek dendiğinde ilk akla gelen isimlerinden biri olan ünlü yunan felsefeci Eflatun ‘bir nesneye özünü veren, onu sonsuz ve değişmez kılan kavramdır’, der. İnsanların cep telefonuna duyduğu bağlılığı anlamlandırmak için konuya kavramsal bir mercekten bakmak yararlı olabilir belki.
Eric Tigerstedt’in ‘ince karbon mikrofonlu katlanan cep boyutunda telefon’ şeklinde tanımladığı buluş, telefonun boyutunu bir insanın cebine sığabilecek kadar küçültme fikrinin dünyaya gelişi olarak kabul edilebilir. Finli mucitin 1917 yılında attığı ilk adımdan otuz yıl sonra, Bell Laboratuvarları tarafından ortaya atılan hücresel radyo telefon ağı kurma önerisi ise mobil iletişimin oluşmasına ilişkin devrimsel bir bakıştır.
1973 yılında ABD’li iki mühendis John F. Mitchell ve Martin Cooper’in ilk taşınabilir telefonu icat ettiklerini duyurmasıyla cep telefonunun atası müjdelenmiş olur. Gövdesi iki elle kavranabilecek kadar uzun, bir insan eli genişliğinde, tuşları gövdesinin üzerinde, yukarı ucunda uzun bir anteni olan, telsize benzeyen bir aygıttır bu.
11 yıl süren hazırlık evresinin sonunda taşınabilir telefonlar insanların nazik ellerine sunulur, fiyatının oldukça yüksek olması ve teknolojik altyapı eksikliği nedeniyle kısıtlı sayıda ülkede, az sayıda insan tarafından kullanılan son derece lüks bir ürün olarak varlığını sürdürür ama hiçbir zaman yaygınlaşamaz. Zaten cebe sığacak kadar da ufaltılamamıştır henüz.
Öte yandan, aynı döneme denk gelen araç telefonu da 80’li yıllarda varsıllığın çarpıcı simgelerinden birisi olarak belleklerde iz bırakmayı başarmıştı. Bir otelin açık otoparkında durmakta olan çok lüks bir otomobilin camından göz gezdirerek incelediğim bu aygıt oldukça ilgimi çekmişti doğrusu. Siyah renkliydi, gövdesi ufaktı, ahize gövdeye kordonla bağlıydı, tuşluydu ve tuşlar ahizesinin üzerindeydi. Roger Moore’nin Bond filmlerindeki ayrıksı kötü adamlar tarafından kullanılan fantastik eşyalara benzetmiştim o günkü çocuk aklımla. Toplumun geneline yayılmayı başaramadan insan uygarlığıyla esenleşti.
Bir de mobil iletişim fikrini ışıldatan ayrıntılardan birisi olarak 80’li yılların sonunda evlerde ve işyerlerinde sıkça görülen kordonsuz telefondan söz etmekte de yarar var. Gövde ile ahize arasında kordon bağlantısı yoktu, ahizenin baş kısmındaki telsiz sesin aktarımını sağlardı. Ön yüzü tuşlarla kaplı olan ahize gövdenin üstünde durmaktayken şarj olurdu. Belli uzaklık sınırları içerisinde kullanılabilirdi bu telefonlar. Sözgelişi, evden çıktığınızda bağlantı koptuğu için ses kesilirdi. Bugün işyerlerinde çok daha gelişmiş modeller kullanılmakta.
Bu öncü aygıtların ardından 90’lı yılların başlarına gelindiğinde cep telefonu, adından sıkça sözedilen bir araç durumuna gelmişti. Cebe sığacak kadar küçülmüştü artık. Doktorlar, işadamları, borsacılar gibi her an haberleşmeye gereksinen insanlar tarafından sıkça kullanılıyordu. 1994 yılında, teknolojik yenilikleri ilk deneyimleyenlerden olmayı ilke edinen dostlarımdan biri sayesinde cep telefonuyla tanışma olanağı bulmuştum.
Toplumun büyük bir çoğunluğunun kesesine uygun gelmediğinden henüz Türkiye’de yaygınlaşmamıştı. İnsan uygarlığına kendini kabul ettirme savaşımı veren bu yeni dosta oldukça sevgi ve ilgiyle yaklaşmıştım doğrusu. Gerçekten de çok sevimliydi. Rengi, tasarımı ve görüntüsüyle göz alıcıydı. Evet, söylendiği gibi cebe sığacak kadar ufaktı, taşınabiliyordu, bir başka deyişle istediğim yere götürebiliyordum. Başının üzerine ufak bir anten, ön yüzünde tuşlar, tuşların üstünde de ekran vardı.
Ekrana baktığımda ilk dikkatimi çeken tüm yazıların siyah renkli olduğuydu. Ekranın en üst köşesindeki elektronik saat hemen dikkatimi çekmişti. Buna ek olarak, kronometre, alarm ve telefon numaralarını kayıtlı tutma özelliklerini de içeriyordu. Arka yüzünü çevirip baktığımda gözüme takılan kapağı hemen çıkartıp içine baktım tabii. Taşınabilir ağlara bağlanmasını sağlayan SIM kartı ilk o zaman gördüm, düzenli olarak şarj edilmesi gereken yaşam kaynağı durumundaki pilini de. İleti özelliği çok hoşuma gitmişti, böylece telefon ile telgraf tek bir aygıtta birleştirilmiş oluyordu.
Cep telefonu, kısa süre içerisinde mesleki gereksinimden bağımsızlaşıp toplum içinde varsıllık veya yüksek statü simgesi olarak öne çıkıverdi. İş gereği gereksinim duymayıp da yalnızca sunduğu kolaylaştırıcı rahatlıklardan yararlanmak isteyenlerin de ilgisini cezbetmişti çünkü. Üstelik, bazı insanlar tarafından kalabalığın vakit geçirdiği mekânlarda hava atmak için araba anahtarlığı gibi masanın üstüne konan bir süs eşyasına bile dönüştürülmüştü. Neyse ki bu dönem çok kısa sürdü ama toplumun belleğinde mizahi izler bırakmaktan geri durmadı. Sözgelimi, caka satmaktan hoşlanan bir gencin cep telefonuyla konuşuyor süsü verirken birden telefonunun çalması nedeniyle gülünç duruma düşmesi o dönemde güldürü sanatçıları tarafından işlenenler arasındadır.
Teknoloji şirketleri, her ekonomik kesime uygun çok çeşitli modeller üretmeyi başarınca cep telefonu büyük bir hızla toplumun geneline yayıldı. Markalar arasındaki çekişme tasarım ve işlev açısından farklılaşmayı zorunlu kıldı doğal olarak, özgün ürünler peşi peşine piyasaya sürüldü. Her markanın kendine ait melodik bir çalma sesi vardı. Biraz düşününce kimi ikiye katlanan, kimi sürgülü, kiminin tuşları aşağı doğru açılan bir kapakla örtülü, kimi avuç büyüklüğünde, farklı renklerde ve birbirinden üstün özelliklere sahip çok sayıda model geliyor gözümün önüne.
Cep telefonu birden bire insanların yaşamında çok şeyi değiştiriverdi. Telefon kulübeleri kaldırıldı, evlerde kablolu telefona ihtiyaç kalmadı, telefon fihristleri yırtılıp çöpe atıldı, sol bileğin vazgeçilmezi olan kol saati temel gereksinim listesinden çıkıp aksesuar konumuna oturdu. Her an konuşma rahatlığı elde edilince buluşmalar çok kolaylaştı. İletişim olanaklarımız daha önce hiç aklımıza gelmeyen çok farklı bir şekle bürünüverdi birden.
Örneğin, eskiden birbiriyle görüşmek isteyen iki arkadaş öncelikle telefonlaşıp bir buluşma yeri ve buluşma saati belirleyerek randevulaşırken, şimdi anlık randevulaşma olanağı vardı. Bir kişi yolda yürümekteyken arkadaşını arayıp görüşmeye davet edebiliyor, arkadaşı yakındaysa görüşme kısa süre sonra gerçekleşebiliyordu. Kolaylaşan şeylerle ilgili birçok örnek var aklımda. Sözgelimi, sokakta hastalanan birisi için hemen cankurtaran çağırılabiliyordu. Sevgililer sürekli iletişim içerisinde kalabiliyorlardı.
Örneğin, aşık çiftlerden biri evde diğeri otobüsteyse mesajlaşarak sohbet edebiliyorlardı. Bir insan bir konser sırasında arkadaşını arayıp en sevdiği şarkıyı dinletebiliyordu. Zaman daha etkili yönetilebiliyordu. Sözgelişi, Bir yönetici işyeri dışındayken sorumlu olduğu işi yönetebiliyordu. Veya bir baba işten eve dönüşte evin ihtiyaçlarını telefon aracılığıyla öğrenip önce eve uğramasına gerek kalmadan yol üstündeki süpermarkete gidebiliyor, sonra eve gelip dinleniyordu.
Evet, Eflatun’un verdiği ışıkla cep telefonuna kavramsal açıdan baktığımda taşınabilirliği ve cebe sığmasının temel iki nokta olarak öne çıktığını görüyorum ama, bence bu aygıtı gerçeğe dönüştüren asıl nokta, insanlara sağladığı paylaşım sürekliliğidir. İnsanlar işyerinde, sokakta, toplu taşıma aracında, evde veya her nerede olursa olsun sevdiklerinin sesini duymadan, sesini duyacak durumda değilse sevdikleriyle yazışmadan yapamıyormuş meğerse; sevdiğini ve sevilmediğini ifade etmeden mutlu olamıyormuş, paylaşmadan ve paylaşım almadan yaşayamıyormuş.
Cep telefonu insan kalbindeki en temel gereksinimi karşılaması sayesinde vazgeçilmezler arasına girdi bence, yıllar önce yalnızca düşlerde görülebilen birçok şeyi gerçeğe dönüştürüp hayatın içine soktu, yaşamı daha sosyal bir yapıya kavuşturdu. Bir insana istediği zaman, istediği yerde, istediği kişiyle haberleşme olanağını sundu, insanların sevdikleriyle sürekli olarak bağlantı halinde kalmaya ihtiyaç duyduğu gerçeğinin görülmesini sağladı. Saltanatını devretme zamanı geldiğinde de sessiz sedasız tahtından inip tıpkı atası telefon gibi köşesine çekildi. İnsanların iletişim algısını baştan yaratan akıllı telefon yeni bir çağ açıp mobil haberleşme piyasasına bütünüyle egemen olunca cep telefonu görevini yapmış olmanın verdiği huzur ile insan uygarlığına veda etti.
https://indigodergisi.com/2021/05/cep-telefonu-insanin-yasaminda-neleri-degistirdi/
Yayın Ortamı: İndigo Dergisi
Yayın Tarihi: 10.05.2021